8 Ocak 2016 Cuma

Cuma, Ocak 08, 2016 - No comments

Çatıdaki Mal


Çalıştığım şirket yeni bir plaza satın almış ve tüm birimleriyle o plazaya taşınılacak.  Bize de bir taşınma günü verdiler, topladık eşyaları, yerleştik yeni odamıza. Yeni odam plazanın en üst katında. Odamdan çıkıp iki adım atınca yangın merdivenlerine, oradan da bir kat çıkıp çatıya ulaşabiliyorum. Hem çatının manzarasının iyi olması, hem de odam leş gibi sigara kokmasın deyu "ne güzel lan, sigaralarımı manzaraya karşı burada içerim, hemide hava almış olurum" düşüncesindeyim. Gülün dikeni misali çatının da bir kusuru var, çok esiyor. Sonbaharda olduğumuzdan şöyle de diyebiliriz: Bayağı çok esiyor. Bir gün yoğun işlerden kafayı kaldırıp soluklanmak amacıyla aldım sigaramı, çıktım çatıya. Manzaraya da artık alışkanlık kazanıldığından bu defa sırtımı yasladım duvara, çatıya çıkmak için girdiğim kapıya bakıyorum. Kapı açık ve duvara yaslanmış vaziyette; alt tarafında bir taş, ağırlık yaparak kapının duvara yaslanmasını sağlıyor. Bu düzeneğe bakıldığında başkalarının da burayı keşfettiği anlaşılıyor. Hatta keşfetmekle kalmayıp kapı kapanmasın diye düzenek kuracak kadar da yerleşilmiş. O an aklımdan geçen tek soru şu: Why? Neden kapının kapanması istenmiyor. Ben bu soruyu düşünürken ani ve şiddetli bir rüzgar elimdeki henüz iki fırt alınmış(yepis yeni yani) sigarayı uçurdu. Sittiret yakarım yenisini diyerek hiç fırtlanmamış bir tanesini çıkarttım paketten. Fakat rüzgardan dolayı yakamıyorum. Arkamı dönüp duvarı kendime siper ederek çakmağı tekrar çaktım, aynı anda arkamdan "güm" şeklinde bir ses çarptı kulağıma. Arkamı döndüğümde taşın yerde, kapının da eşiğinde olduğunu gördüm. Rüzgar taşı düşürmüş, kendisini duvara yaslamaya zorlayan taş düşünce kapı serbest kalmış ve kapanmıştı. İlk başta bu durumu önemsemedim, fakat ciğerlerimdeki dumanı dışarı verip yerine oksijen çektiğimde, oksijenle birlikte beynime bazı sorularda hücum etmişti. Bu sorulardan ilki ve de en önemlisi şuydu "bu kapı kolu amacına uygun bir şekilde çalışıyor mu?" Kapalı bir kapı ve şu anda baktığım üzere bir kolu vardı var olmasına ama peki o taşa neden gerek duyulmuştu? Bu soruların cevabı iki adım ötedeydi ama cevaplarından korktuğum için arkamı kapıya, yüzümü manzaraya dönüp sigaramdan derin bir fırt daha çektim. Tüm cevapları sigarayı izmarite çevirinceye kadar erteledim. Manzaraya bakıp "ne güzel lan!" dedim.

 Sigaram bittikten sonra tedirgin adımlarla kapıya yaklaşıp elimi kapı koluna attım ve aşağıya doğru biraz güç uyguladım ve kendime doğru çektim. Kapı da, kolu da hatta elimde aynı yerinde duruyordu. Yalnızca dudaklarım biraz aralandı ve arasından "hasstirrr" şeklinde  acı bir nida çıktı. Sakinliğim yerini panik duygusuna terketmişti. Tekrar tekrar kolu aşağı indirip kapıyı çektim, hem de her defasında daha güçlü bir şekilde ama nafile. Yeni bir bina, yeni bir kapı ve yeni kapının çalışmayan yeni kolu. Wellcome to turkey.  Gerçekten de umut fakirin ekmeğiymiş. on dakika boyunca açılır umuduyla kapıyı zorladım ama nafile. Başka bir şey düşünmek lazım demekki, ne yapsak derken telefonum aklıma geliyor. Hemen internete girip şirketin santral numarasını bulmaya çalışıyorum, yardım çağıracağım. Ki bunu donmadan yapabilirsem çok daha güzel olacak, çünkü rüzgar soğuk ve şiddetli esmeye de devam ediyor. Neyse buluyorum numarayı ve fakat santral henüz aktif değil. Lan böyle şey mi olur. Batar lan bu şirket. Kapısı açılmıyor, santral çalışmıyor. Şuradan bir kurtulayım hemen yeni bir iş arayacağım. 

Sonra arkadaşlarımı aramak geliyor aklıma ama biraz düşününce ne kadar dalga geçecekleri aklıma geliyor, vazgeçiyorum. Soğuğun da etkisiyle arkadaşları arama konusunu tekrar gündeme alıyorum ve bu defa oldukça mantıklı geliyor. İki taraf için de kazan-kazan durumu. Ben buradan çıkmış olacağım, onlarda yoğun bir iş gününde benimle dalga geçerek neşelerini bulmuş olacaklar. Hemen rehbere girip en vicdanlı arkadaşımı arıyorum. 

Ben: Fikret naaber?          
Fikret: İyi abi senden?
Ben: İyi iyi. Naapıyosun, nerdesin.
Fikret: Evdeyim abi, bizim şef izinde ya, yatıyom evde.
Ben: Oh oh kebap, bende yemeğe gideriz diye aradım.
Fikret: Cuma gelicem ben abi, çıkarız ozaman.
Ben: Cumaya kadar donarım lan ben burda....
Fikret: Efendim abi, alamadım sesini.
Ben: Tamam görüşürüz diyorum. 
Fikret: Ok, abi görüşü.....

Ben: Dilek naaber?
Dilek: İyidir canım.
Ben: Şirkette misin?
Dilek: Yok, dışarı yemeğe çıktık biz, hayırdır
Ben: Gel kahve içelim diyecektim,
Dilek: Ya biz geç döneriz, cevahire geldik, gezeriz burada.


Lan hakkaten batar bu şirket, daha saat 11 şirkette bir tane adam yok. Heh Sabri'yi arayayım, onun iki çocuğu var, durmaz evde, buradadır.

Ben: Sabri naaber?
Sabri: İyi hacı senden?
Ben: Nerdesin?
Sabri: Odamdayım.
Ben: Gelsene çatıya, sigara içek.
Sabri: Çayın var mı?
Ben: Var var gel sen.
Sabri: Geliyom.

Allah razı olsun geldi Sabri, sözünün eriymiş, gelcem dedi geldi. Daha kapı ağzında sarıldım, öptüm. "Gel hacı şu tarafta içelim sigaramızı" dedi, "yok lan kapı kapanıyor, kolu bozuk. Burada içelim" dedim, bastı kahkahayı. "Soğuk hacı buralar, dikkat et kendine, paltosuz ve yalnız çıkma buraya" dedi, beraber güldük. O gün bu gündür en vicdanlı listesinin başındadır Sabri. Ben de birkaç ay sonra bıraktım sigarayı, sigara dediğin şey rezillikmiş valla.